Ben hiç sobalı evde büyümedim. Belki o yüzden evde şömineyi çok severim. Odun alevlerinin görüntüsü bile insanın içini ısıtır. Odunların o kendine has isli kokusu da insana pek güzel gelir. İznik/Darka’da geçirdiğim 12 senede bu şömine zevkini doyasıya tattım çok şükür. Odunları alıp istiflemek, kışın hatta dışarıda kar yağarken şömineyi yakıp onun sıcaklığında içkini yudumlayıp müzik dinlemek, kitap okumak, hele bir de sevdiğin birileri varsa yanında, sohbet edip rehavete ermek pek güzel bir histir.
Bizim evde soba yoktu belki, ama anneannemin evinde soba vardı ve onu ziyarete gittiğimizde, o sobanın üzerinde kızartılan ekmeklerin mis gibi kokusunu, pişirilen kestanelerin çıtırtısını bugün bile duyuyor, hissedebiliyorum.
Nereden bu konuya geldik derseniz… Bugün okul arkadaşım sevgili Selma Oğuş Karakule ‘kar’la ilgili bir yazı paylaşmış. Öylesine güzel tasvir etmiş ki eski karlı İstanbul günlerini, soğuktan bahsettiği halde, ben otmatikman sobayı çağrıştırdı. Bir anda yazasım geldi ve aklıma Nazım Hikmet’in dizeleri düşüverdi. Hani der ya üstat:
View original post 20 kelime daha